"2008" yılında yazılan yazılar.

yazan Özlem Pehlivan

Önceki akşam menümüzde sebzeli sac kavurma ve makarna salatası vardı…

Bir önceki günden yemeğim yoksa son derece hızlı hazırlanabilecek birşeyler yapmayı tercih ediyorum aslında ama etin pişme süresi malum, bu yemekte masaya oturmamız epey gecikti. Yine de beklediğimize değdi doğrusu 🙂

Malzemeler:

500 gr. kuzu eti

3 yeşil biber

3 kırmızı biber

3 domates

1 büyük kase mantar

2 soğan

2 diş sarımsak

lavaş ekmeği

tuz, karabiber

sıvıyağ

Hazırlanışı:

Eti kendi suyunda pişirdikten sonra sıvıyağda soteleyin. Üzerine ince kesilmiş mantar ilave ederek pişirmeye devam edin.

Sarımsak, soğan, yeşil biber ve kırmızı biber eklenip bir süre pişirildikten sonra,  son malzeme domatesi de diğerleriyle buluşturup tüm malzemeler piştikten sonra ocaktan alın. Her et yemeğinde olduğu gibi, baharatlarını ve tuzunu en son ekleyin.

Lavaş ekmeği ile beraber servis yapın.

Afiyet olsun…

05 Ağustos 2008
3.397 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bir kadın çocuktur aslında. Çocuk gibi davranmayı sever.. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.. Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz, ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında. Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği birşey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında. İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri acımak duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın bilgindir aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.Yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz…

Can DÜNDAR

05 Ağustos 2008
3.156 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

 

Savaşlarla dolu dünyaya hiç silah satıcısının gözünden bakmayı düşündünüz mü?

Anlaşılacağı üzere koyu bir Nicolas Cage takipçisiyim. Cage’in inanılmaz oyunculuğuna bir kez daha hayran kalacağınız Andrew Niccol’ün “Savaş Tanrısı” Ukrayna’da doğan, Amerika’ya yerleşen Yuri Orlov isimli bir silah satıcısının hikayesi. Film “Dünyada oniki kişiden birinde silah var. Soru şu: Diğer onbir kişiye nasıl silah satacağız?” diye başlıyor. Yaptığı işi o kadar düzgün ve mantıklı açıklıyor ki şaşırıp kalıyorsunuz. O nedenle de İnterpol tarafından asla yakalanamıyor. Mesela; dünyada içki ve sigaradan ölenlerin sayısının ateşli silahlardan ölenlerin sayısından çok daha fazla olduğunu, ateşli silahların en azından emniyet kilidi olduğunu söylediğinde sadece “Evet,  haklı!” diyebiliyorsunuz.

Evet, Savaş Tanrısı filminde seyrettiklerimin tamamı gerçek. Zaten filmin sonunda da gerçek olaylardan esinlenilmiştir diyor. Film o kadar gerçek ki… Bir sahnede gerçek silah satıcılarından temin edilen 3.000 adet gerçek AK-47 (kalaşnikof) kullanılmış. Sebebi ise malesef acı bir gerçekle yüzleşmemize neden olacak cinsten. Sahtelerini yapmak, gerçeklerini temin etmekten çok daha pahalıya maloluyormuş. Filmde kullanılan tanklar da silah kaçakçılarına ait olup, çekimlerden sonra satılmışlar. Çekimler sırasında o kadar çok tank kullanılmış ki gerçekten savaş başladı zannedilmesin diye NATO’ya haber verilmek zorunda kalınmış. Ve tabi ki böyle bir filmin arkasında hiçbir Amerika’lı film yapımcısı yer almamış. (Filmin yönetmeni Yeni Zelanda’dan)

Filmde insanı düşünmeye yönlendiren, gerçeklerle yüzleştiren yüzlerce cümle, yüzlerce diyalog var.


04 Ağustos 2008
2.147 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Kesinlikle hayatımın filmi! Meg Ryan’nın cazibesine, Nicolas Cage’nin dayanılmaz çekiciliğini katınca filmi anlatmaya gerek bile duymuyorum…

Başucu kitapları gibi başucu filmlerim de vardır benim. Her zaman en üstte duran filmse Melekler Şehri’dir.

Bilindiği gibi aslında epey eski olan film, bende eskimeyen ve asla eskimeyecek çok özel bir yere sahip. Kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum ve daha kaç kez bıkmadan izleyeceğimi bilemiyorum.

Çok kısacık özetleyecek olursam; Ryan, hastasını kaybeden bir kalp cerrahını (Maggie) oynarken ebedi koruyucusu Cage (Seth) onun meleği rolünde. Ölümsüzlükten bile daha üstün bir tek şey var, o da AŞK…

Wim Wenders’ın 1988 tarihli başyapıtı Wings of Desire’dan… Hala izlemediyseniz ilk fırsatta izlemenizi, hatta bununla yetinmeyip arşivinizde kesinlikle bulundurmanızı öneririm…

04 Ağustos 2008
2.671 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Geçtiğimiz günlerde sevgilimle Adrasan’da haftasonu kaçamağı yaptık. Herkesin tatil anlayışı farklı tabi, en canlı örneklerini de gördük bir kez daha. Eğer betonlaşmış, kirlenmiş, gürültülü şehir hayatından yorulduysanız, yükselen binaların arkasında güneşi kaybedenlerdenseniz, bozulmamış güzellikler arıyorsanız, kuş seslerini, ateş böceklerini özlediyseniz, sakinlik, huzur ve sessizlik istiyorsanız, yemyeşil bir manzaraya ve yeşilin bittiği yerde başlayan denize karşı uyumak ve uyanmak istiyorsanız, omuzlarınızdaki tüm yükleri, kafanızdaki tüm sorunları, iş sıkıntılarınızı, sonrasında daha güçlü bir siz olarak taşıyabilmek için geçici bir süreliğine bırakıp, kendinizi mutlu etmek için birşeyler yapmak istiyorsanız; Adrasan’dan daha iyisini bulamayacağınızın garantisini verebilirim.

Adrasan ya da yeni ismiyle Çavuşköy, portakal ve nar bahçeleri arasında doğanın tüm cömertliğini sunduğu,  eski uygarlıkların günümüze uzanan kalıntılarıyla dopdolu bir yer. Torosların Akdenizle buluştuğu, zirveleri karlarla kaplı Beydağlarının yakınındaki Adrasan, 2 km.’lik kumsalıyla Antalya körfezinin batısındaki son liman. Tam bir balık cenneti, kıyıda olta sallayıp şansınızı deneyebileceğiniz gibi, kiralık teknelerle masmavi denize de açılabilirsiniz.

Biz Papirus Otel’de konakladık, çok güzel bir butik otel, tam bir aile işletmesi. Zamanımızın büyük bölümünü otelde geçirdik.

Çok güzel bir bahçeye sahip.

Sabahları hafif bir kahvaltı, akşamları lezzetli ev yemekleri var.

Hamaklara uzanıp dergilerimizi okumanın,

havuzunda yüzüp güneşlenmenin,

otelin ev sahiplerinden Balım’ın kendisiyle ilgilenmemiz için  tüm sevimliliğiyle engelleme çalışmalarına rağmen, çıplak ayaklarla bastığımız çimenlerin üzerinde, tavla ve dart oynamanın keyfine doyamadık.

Havası Antalya’nın boğucu sıcağına  göre mükemmel, akşamları hafiften üşüyüp üstünüze uzun birşeyler giyme ihtiyacı hissedebilirsiniz.

En keyifli bölümlerden birini neredeyse unutuyordum; öğle yemekleri… İlkinde seçimimizi denizin karşısına, ağaçların altına kurulmuş köşklerde gözleme, katmer, ayran ve üstüne bir demlik çaydan yana kullandık, tek kelimeyle mükemmeldi! Ertesi gün, ilerde denize karışan suda keyifle yüzen ördekleri izlerken, bugüne kadar yediklerimizin en iyisi olduğuna karar verdiğimiz sac kavurma yedik. Yolunuz düşerse, kesinlikle o eşsiz lezzetleri tatmanızı öneririm.

Nerededir ve nasıl gidilir diyenlere; Antalya’dan 95 km ve Kemer’den 55 km uzaklıkta olan Çavuşköy (Adrasan) Kumluca ilçesine bağlı.  Özel aracınızla Antalya’dan Kemer-Kumluca yönünde yaklaşık 80 Km ilerledikten sonra Adrasan (Çavuşköy) tabelasından sola dönerek 15 Km’lik bir yolla ulaşabileceğiniz gibi, Antalya Otogarı İlçeler  terminalinden Adrasan Tur otobüsleriyle de rahatlıkla gidebilirsiniz. İyi tatiller 😉

04 Ağustos 2008
4.220 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum,sen yoksun!

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin…

Attila İLHAN

03 Ağustos 2008
3.372 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Beklentisi yüksek insanlar beni hep korkutmuştur. Bu korku onlara hem hayranlık duymayı, hem de istediklerine sahip olamayacaklarını bilmenin getirdiği bir ürperti yaratır bende.

Yıllar önce tanıdığım bir arkadaşım vardı. Oldukça zeki, çalışkan, idealleri olan biriydi ama ne yazık ki; beklentileri çok yüksekti. Yıllar sonra karşılaştık. Üniversiteyi derece ile bitirmiş, master yapmış, yurtdışı bağlantılı çok büyük bir şirkette çalışıyor. Ama mutsuz; ona göre kimse kıymetini bilmiyor, hakettiği hayat bu değil, insanların küçük şeylerle mutlu olmasına anlam veremiyor! Onun için o kadar üzüldüm ki… Sordum; “Peki, seni ne mutlu eder?” diye; bir adada verdiği partide, elinde şampanyası ile konuklarını karşılamakmış, tabi o adanın kendine ait olması şartıyla! Mutlu olmasının şartına bakın!…

Çok üzülüyorum böyle insanlar için, o kınadığı Ayşe, Fatma Teyzeler gibi içtiği demli bir çayla mutluluğu ve huzuru ne yazık ki hiç bulamayacak olmalarına…


Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama,
Gül yanaklı bebesini emziren, melek yüzlü anneciğin resmini değil,
Ne de ak örtüde elmaların,
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini…
Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm,
Ölsem gam yemem, gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Nazım HİKMET
(Resim: Dianne Dengel)

 

03 Ağustos 2008
3.875 görüntüleme
Sarı Çerçeve - Hediyelik Çerçeveli Posterler

Arama

Özlem Pehlivan

12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...

Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...

Facebook Sayfası

Arşiv

tr_TRTurkish