"2009 February" ayında yazılan yazılar.

yazan Özlem Pehlivan

Bir haftadır bir türlü zaman ayıramadığımız filmi, Oscar’ a aday olduğunu öğrendiğimizde, tören öncesi kesinlikle izlemek, fikir sahibi olmak lazım düşüncesiyle, dün akşam izledik. Film bittiğinde Benjamin’den çok daha iyi olduğuna ve oyunculuk hariç, birçok ödül alması gerektiğine karar vermiştik biz sevgilimle zaten ve sabah gördük ki; yanılmamışız, geceye 8 ödülle damgasını vurmuş Slumdog Millionaire 🙂

Hayatla mücadelesine, Hindistan’ın Mumbai kentinin kenar mahallesinde başlayan bir çocuğun, zorluklar içindeki büyüme sürecini, bir aşk hikayesini de içine katarak, katıldığı bir yarışma programı çerçevesinde ele alan Slumdog Millionaire, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi uyarlama senaryo, en iyi görüntü yönetmenliği, en iyi ses miksajı, en iyi kurgu, en iyi film müziği ve en iyi orijinal şarkı ödüllerine layık görülmüş. Biz de Kenan Işık’ın sunduğu Kim 500 Milyar İster (sonradan ismi değişti malum) yarışma programının, Hindistan uyarlamasıydı basit ama çok iyi işlenen anatema. Eğitimsiz, çok kötü şartlarda yetişen, çaycılık yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan bir gencin, herkesin bildiği soruları bilemeyip, çok zor denebilecek soruları rahatlıkla bilerek büyük ödülü kazanan tek insan olmasının öyküsünün, o cevapların zor yaşamındaki keskin izlerinin geçmişe dönük kesitlerle anlatıldığı, son dönemlerde izlediğimiz en iyi filmdi…

23 February 2009
3,459 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bu sabah yalnız uyandım
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Tanıdık kokular yok
Sensiz olmaz

Kahvaltım anlamsızdı
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
İlk sigaram bile tatsızdı
Sensiz olmaz

Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım

Anlaşılan alışmışım
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Bir verdiysem iki almışım
Sensiz olmaz

Aşk bir dengesizlik işi
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Dengeye dönüşendir sevgi
Sensiz olmaz

Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım

Yalnızlık zor sokaklar çıkmaz
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Hep tekdüze herşey dümdüz
Sensiz olmaz

Anlamak çözmeye yetmez
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Biraz telaşlı, huzursuz
Sensiz olmaz

Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım

Gece gelmiş, yatağım boş
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Sen uzaktasın, ben uzanmış
Sensiz olmaz

Anlamak çözmeye yetmez
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Biraz telaşlı, huzursuz
Sensiz olmaz

Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım

*Müslüm Baba da söyledi şarkıyı, üstelik fena da değildi hani ama en güzeli yaratıcısından dinlemek… Bir de Teoman eşlik edince çok daha keyifli bir şarkı olmuş 😉

Audio clip: Adobe Flash Player (version 9 or above) is required to play this audio clip. Download the latest version here. You also need to have JavaScript enabled in your browser.

** Bu şarkının da bendeki adı ve tadı farklı, sevdiğim adamdan armağan olarak aldığım ikinci şarkı olduğundan başkalığı, ondan nasıl geldiyse öylece kayıtlıdır hem bilgisayarımın hem de yüreğimin belleğinde 😉

Sensiz Olmaaaaaaaz 🙂

20 February 2009
2,870 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o, her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan, “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin… İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, “Ama senin için şunu yaptım!” derken o, “Şunu yapmadın!” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen, karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı?” deme. Herkes, kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken, o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa, sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin! Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen; “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu! Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil! Sen, mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki… Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun, unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip, yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını, balığın yanında. Üstelik, dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası!… Sen, yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir! Yürek sesi ne, bilmeyenler ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte! Sen, yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler! Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

Nazım HİKMET

19 February 2009
2,644 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

En sevdiğim ve sıkı takip ettiğim yazarlardandır Kürşat Başar… Yazım dili çok kuvvetli, akıcı ve anlaşılabilirdir. Lise yıllarımda okuduğum ilk ve en en beğendiğim kitabıdır; Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum…

İlk okumamın üstünden geçen onca yılda kaç kez daha okumuşumdur kimbilir. Her defasında beni derinden etkilemeyi başarmış ender kitaplardandır. Bir de, “Bir kitap okudum, hayatım değişti” cümlesinin içinizden taşmasına engel olamayacaklarınızdan… Yani demem o ki; kesinlikle okunmalıdır, hem de birkaç kez 😉

“…Tenimde, tenimin altında bir yerlerde, o şarkıdaki gibi saklıyorum onu. Bir düşte elimden tutuyor ama çok çok uzakta, göremiyorum bile… Nasıl olup da görünmeyecek kadar uzaktayken elini tutabildiğime şaşırıyorum…”

“…Sen olsaydın yapmazdın, biliyorum… Ama herkes senin gibi sahici olanı, yaşamını küçük mutluluklarla dolduracak, ölümün görüntülerinden kendini uzaklaştıracak, sonradan yürekte yerleşip kalan o saplanmaları duymayacağı bir yaşamı önceden kurgulayamıyor. Belki birgün, suskunlukların, tutsak edilmiş düşlerin kişiyi, nasıl böyle dönülmez sınırlara sürüklediğini anlarsın…”

“…Babam, ölümünden hemen önce, “Bazen sert bir rüzgar esebilir” demişti, “O zaman boynunu eğmekten utanma, yeniden başını kaldıracağını, yalnızca rüzgarın geçmesini beklediğini düşün…” Gerçekten öyle mi, hayat yalnızca ara sıra gizlenmemiz gereken rüzgarlarla mı dolu, eğer onlardan korunabilirsek bunca acıdan da korunabilir miyiz?”

“…Buradayım. Yağmur öyle çok yağıyor ki; görmesen bile sürekli onu duyuyorsun. Uyurken hep ıslanıyormuşum gibi geliyor. Sana ne çok yazıyorum ama hiçbirini yollamıyorum. Yazar yazmaz herşey eskiyor sanki, sözcükler uzaklığa ve zamana dayanıklı değil. Sen de hep bu yeniden kurgulanmış, ayıklanmış kartlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. Sevmeyi bilmediğim doğru ama özlemeyi ve hissetmeyi bildiğimi sanıyorum. Buradayım, yağmur yağıyor ve anlayabildiğim, kendim hakkında, sözcükler halinde belirginleştirebildiğim tek şey bu…

18 February 2009
2,360 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bu sabah yağmur var Antalya’daaaaa, hatta sadece sabah değil, devam ediyor halaaaa 🙂 Bilenler bilir, Antalya’nın bir sıcağı, bir de başlayınca durmak bilmeyen aralıksız yağmurları çok meşhurdur… Bugün yine öyle bir gün, daha doğrusu bu hafta hep kapalıydı zaten hava. En ilginci de, saati saatine uymaz şehrimin havasının, güvensizdir, oynaktır. Mesela bu sabah uyanıp ne giysek telaşıyla pencereden baktığımızda, düne göre rüzgarın hafiflediğini, bulutların yükseldiğini, hafiften de güneşin ışıklarını görünce, incelerden giyinip çıktık. Şimdi o havadan eser yok! Sanki başka bir şehre, başka bir iklime taşındık aynı gün içinde…

Yağmur herkese ne farklı şeyler hissettirir; birbirine yakın olan, teğet geçenler de yok değildir hani. Moralin bozuksa mesela, ağlamaktan utananlardansan, çok iyi sırdaştır, gizler gözyaşlarını… Aşıksan, yanyanaysan sevgilinle üstelik, iliklerine kadar ıslanmak umurunda bile olmaz, daha bir ıslanasın gelir, daha ve bir daha… Birini çooook kırdıysan, reddedilemeyeceğin en romantik sahnedir, affedilmek için sırılsıklam kapısına dayanırsan… Bir de buharlaşan camlara, kapılara en sevdiklerinin resmini çizme, içinden oklar çıkarttığın kalbin iki ucundan birine kendinin, diğerine onun ismini yazma günüdür… Ya da yüzünde oluşmasını engelleyemediğin tebessümle, çamurlu sularda zıplayışını hatırlayıp, çoktan uzaklarda kalan çocukluğunu anma, özleme, o günlere dönme isteğidir yağmur… Yorgun argın dışardan evine girdiğinde, sırılsıklam kıyafetlerini çıkarıp, pijamalarını, en sıcak tutan çoraplarını giyip, bir fincan sıcak çay ya da kahvenin keyfi de yine yağmurlu günlere hastır… Ahh hala evinde olan varsa, ne şanslıdır; benim her yağmurda ıslandığımda aklıma gelen ilk şeydir; çıtır çıtır yanan odun sobasının üstünde, kapağı açık olduğundan tüm evi saran, üstümden sular damlayarak kapıyı açtığım an yüzüme çarpan tarhana çorbasının kokusu… Ve en sevdiklerimdendir; battaniyenin altında dizlerimi kıvırmış, o sobanın sıcaklığı yüzümde, penceremin hemen dışındaki yağmurun sesi kulaklarımdayken, elimdeki kitabın satırları arasında kaybolmak, düşler ülkesinde bir masal kahramanı olmak…

Hüzün, mutluluk, bereket, huzur, gözyaşı, yalnızlık, özlem… Ne çok şey barındırır ve ne çok şey anımsatır, o halde yine, yeniden, her daim, bıkıp usanmadan ıslanmalıdır, hem de öyle böyle değil, iliklerine kadar 😉

*Eh bir de şarkılar, şiirler, filmler var tabii içinde yağmuru barındıran, unutmadım yani. Onların en iyilerinden, artık klasikleşmiş şahane müzikalin akıllara kazınan şarkısı; Singing in the Rain…

Audio clip: Adobe Flash Player (version 9 or above) is required to play this audio clip. Download the latest version here. You also need to have JavaScript enabled in your browser.

13 February 2009
3,394 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bugün sizden birşey isteyeceğim; sakın kimseye ”Seni seviyorum” demeyin!
Lütfen!…
Kullanmayın artık bu sözü!
Başka birşey deyin birbirinize onun yerine!
Duygularınıza daha denk düşen birşey…
Benim aklıma gelmiyor ama siz bulursunuz. Ne de olsa sizin duygularınız…
Hayır, içini dolduracaksanız ”Seni seviyorum” un, bir diyeceğim yok! Ama umudum da yok!
”Seni seviyorum” öyle ”Kendine iyi bak!” gibi bir söz değildir, laf olsun diye söylenen…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde hakkını vereceksiniz; bir kere onu gerçekten seviyor olmanız lazım. Yani öyle dokununca geçiverecek arzularla falan karıştırmayacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, o biri en az tuttuğunuz takım kadar önemli olacak hayatınızda…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, bir saat eksik uyumayı göze alabileceksiniz onu daha çok görmek uğruna…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, elini tutmak da önemli olacak başka şeyler kadar…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ”Sevgilimsin” de demiş olduğunuzu bileceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, onu özleyecek, düşünecek, merak edeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, onun gözü telefonda (evet, cep telefonu çıktığından beri kulak değil, gözler telefonda) aramanızı beklediğini unutmayacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ona sürprizler yapmayı, ufak hediyeler almayı ihmal etmeyeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ona şiirler okuyacak hatta kabiliyetiniz varsa, yazacaksınız da…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, şarkıdaki gibi, ellerinizde çiçeklerle kapısında bekleyeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, belki ömrünüzün sonuna kadar değil ama hiç olmazsa yarın, öbür gün de seveceğinizden emin olacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, aynı zamanda ”Free takılalım” da diyemeyeceğinizi bileceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, o aşktan söz ederken siz, ”Ben almayayım, alana da mani olmayayım” demeyeceksiniz…
Nasıl?
Çok mu zor?
Fazla mı zahmetli?
İnsanın birini sevip sevmediği tam da böyle belli olmuyor mu?
Sevmeyince ‘iş’ gibi geliyor bütün bu sayılanlar…
O zaman, ”Seni seviyorum” demeyeceksiniz!
Bu kadar basit!
Birgün farkında olmadan bütün bunları yapıyor olduğunuzu görünceye kadar…
Şimdi, ”Ne var bunda? Keşke herkes birbirine bolca ‘Seni seviyorum’ dese” diye düşünenlere:
İyi, o zaman birbirini gerçekten sevenler yeni bir söz bulsunlar söyleyecek, ”Seni seviyorum” orta malı olsun!
Zaten oldu olacağı kadar!…

-Alıntı-

09 February 2009
2,546 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Kaç gündür yazamadım, yazmak şöyle dursun, yerimden kalkamadım; bel fıtığım tuttu yine 🙁 Bugün 5.gün yatakta geçirdiğim, biraz daha iyiyim ama artık. En azından yardım almadan oturup kalkar hale geldim. İlaç kullanmaktan ve birilerine muhtaç olma duygusundan nefret etmişimdir oldum olası. Üstüne evde kapalı kalma, onun üstüne de havanın sürekli kapalı ve yağmurlu olması eklenince çoook sıkıldım… Neyse, yazmayı özleyince, hastalığımı kullanayım, herkesin kesinlikle bir fikrinin olduğu, oldukça sık rastlanan, Cem Yılmaz deyimiyle ‘amele hastalığı’ bel fıtığıyla ilgili bilinmesi gereken doğru ve yanlışları paylaşayım istedim…

Yanlış: Sert yerde yatmak bel ağrılarını giderir. Bel fıtığı oluşunca mutlaka ya yerde yatmalı ya da yatağın altına tahta koyup öyle yatmalı.
Doğru:Sert yerde yatmak sırt ve bel kaslarının tutulmasına neden olduğu için yarar yerine zarar getirir. İyi bir yaylı yatakta, tercihen yarı ortopedik bir yatakta yatmak en iyisidir.

Yanlış: Mutlaka sırtüstü yatılmalıdır.
Doğru: Hastanın en rahat ettiği pozisyon en iyisidir.Hastalar genellikle yan yatıp bacaklarını karınlarına doğru çektiklerinde daha rahat ederler, çünkü bu pozisyonda yatarken omurların arası açılacağından bacak sinirlerine olan bası azalır. Eğer hasta sırtüstü yatmak isterse belinin altına bir yastık koyması ve bacaklarını yüksek bir yere uzatması daha uygun olur.

Yanlış: Tuvalet ihtiyacı dışında kalkmadan 20-25 gün kesin yatak istirahati yapılmalıdır.
Doğru: İki gün yatak istirahati yeterlidir. Eğer hasta rahatlamazsa bir sonraki tedavi aşamasına geçilmelidir. Uzun süre yatmak hastada depresyona yol açabilir, depresyonun tedavisi bel fıtığının tedavisinden daha zordur.

Yanlış: Yürüyüşten, merdiven çıkıp inmekten kaçınmalı, daha çok oturmak tercih edilmelidir.
Doğru: Oturmak bele binen yükü arttırır, onbeş yirmi dakikadan fazla sürekli oturulmamalı, sık sık vücudun pozisyonu değiştirilmelidir.

Yanlış: Sürekli korse takmak beli toparlar, bele binen yükü azaltır.
Doğru: Omurga kırıkları ve kaymaları dışında sürekli korse takmak zararlıdır, beldeki kasların zayıflamasına yol açar.

Yanlış: Bel çektirme ile bel fıtığı geri gider, hasta rahatlar.
Doğru: Bel çektirme sadece omurların arka uzantılarının birbirleri arasında yaptıkları eklemlerdeki kaymalarda faydalıdır. İleri derecede bel fıtığı olan kişilere yapıldığında fıtığın kopmasına ve hasta için felç tehlikesinin ortaya çıkmasına sebep olur.

Yanlış: Bele balık bağlama, bardak çekme, masaj gibi alternatif yöntemler fıtığı yerine sokar.
Doğru: Bu gibi alternatif yöntemler sadece beldeki kan dolaşımını arttırır, böylece beldeki kaslar gevşer, hastada geçici rahatlama olur, fıtık üzerine bir etkisi olmaz.

Yanlış: Fizik tedavinin yapıldığı yer çok önemlidir.
Doğru: Fizik tedavinin yapıldığı yerin önemi vardır, ama yakınlığı çok daha önemlidir. Hastanın fizik tedaviden sonra üşütmeden, yorulmadan eve gitmesi gereklidir.

Yanlış: Fizik tedavi esnasında ağrı olursa bırakılmalıdır.
Doğru: Fizik tedavinin özellikle ilk üç gününde ağrıların artması normaldir, sabırla devam edilmelidir.

Yanlış: Fizik tedavinin etkisi ancak birkaç ayda belli olur.
Doğru: İlk on seans sonucunda hastanın ağrılarında bir gerileme olmuyorsa, fizik tedaviyi sürdürmenin bir anlamı yoktur. Bir sonraki tedaviye geçilmelidir.

Yanlış: Mesai saatleri içinde fizik tedavi yapılabilir.
Doğru: Fizik tedavi bitiminde mutlaka yarım saat-kırk beş dakika uzanıp, ondan sonra normal yaşama devam edilmelidir.

Yanlış: Bele iğne yapılması bel fıtığını yok eder.
Doğru: Bele iğne yapılması hastanın ağrılarını geçici olarak yok eder, tamamen geçirmez. Yapılacak kortizonun birçok yan etkisi olduğu unutulmamalıdır.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatı çok risklidir, hastaların çoğu ya sakat kalır ya da kısıtlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalır.
Doğru: Mikrocerrahi ile ve iyi bir beyin cerrahı tarafından yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sakat kalma, felç olma gibi bir riski yoktur. Ameliyat hastanın daha rahat hareket edebilmesi için yapılır, onun hareketlerini kısıtlamak için değil.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatlarında hasta mutlaka narkoz almak zorundadır.
Doğru: Artık epidural anestezi ile hasta uyumadan da ameliyat yapılabilmekte, hastalar ameliyat sırasında sohbet edebilmekte, ayaklarını oynatabilmektedir. Bu yöntem sayesinde ameliyat sonrası uyanamama, bulantı, kusma gibi sorunlar oluşmamaktadır. Hasta ayağını oynatabildiği için ameliyat sırasında güç kontrolü de yapılabilmektedir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra en az üç ay seyahat edilmez, araba kullanılmaz.
Doğru: Bel fıtığı ameliyatından sonra hastanın tatile veya bir seyahate çıkması istenilen bir durumdur. Hasta uçakla veya trenle ameliyatın ertesi günü, arabayla veya otobüsle ameliyattan iki gün sonra uzun yolculuğa çıkabilir. Ameliyattan bir hafta sonra tatil yapabilir, eğer İstanbul trafiği gibi çok stresli bir yerde değilse araba kullanabilir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra cinsel güç azalır, zaten ameliyattan sonra en az üç ay cinsel perhiz uygulanmalıdır.
Doğru: Bel fıtığının varlığı cinsel gücü azaltır, onun ameliyatla alınması zamanla kaybolanları geri döndürür. Ameliyat sonrası cinsel perhiz ise sadece on günlüktür.

Yanlış: Ameliyat sonrası futbol, kayak, tenis gibi sporlar bir daha yapılamaz, denize girilemez.
Doğru: Ameliyattan bir hafta sonra deniz ve havuz tedavi için yararlı girişimlerdir, yürüyüş ve yüzme hastanın normal yaşama dönmesini hızlandırır. Zıplayıcı sporlar iyileşmeyi geciktirdiği için iki ay süreyle yasaklanır, sonra spor öncesinde iyice ısınmak kaydıyla serbest bırakılır.

Yanlış: Sadece bel ağrısı belirtisi olan bel fıtığında ameliyat olunmalıdır.
Doğru: Bel fıtıklarının %90’ı ameliyatsız iyi edilebilmektedir. Sadece bel ağrısı veya uyuşma için ameliyat yapılamaz.

Yanlış: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle ortopedi, nöroloji veya dahiliye uzmanına başvurmak gerekir.
Doğru: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle beyin cerrahisi uzmanına başvurmak gerekir.

09 February 2009
3,638 görüntüleme
Sarı Çerçeve - Hediyelik Çerçeveli Posterler

Arama

Özlem Pehlivan

12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...

Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...

Facebook Sayfası

Arşiv

en_USEnglish